21 Ocak 2013 Pazartesi

Dünyevi Zevklerin Bittiği An: Ölüm

Dünya hayatına hırsla bağlanan tüm insanların çok iyi bildikleri, ama sürekli olarak kaçmaya çalıştıkları önemli bir gerçek vardır: Her insanın bir gün mutlaka yüzleşmek zorunda olduğu ölüm kesin bir gerçektir ve inkar edenler için Allah'ın dilemesi dışında sonsuz bir azabın kesin bir başlangıcıdır. Ancak kimi insanlar yaşamları süresince ölümü mümkün olduğunca az hatırlamaya, az zikretmeye ve hatta unutmaya çalışırlar. Ta ki, ölüm onlara da gelene kadar...
Ölüm, her insanın dünyada bir süre yaşadıktan sonra karşılaşacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Ölüm ile birlikte, tüm yaşamını dünya hayatı üzerine kurmuş bir insanın bu dünyaya verdiği tüm emeği bir anda silinip yok olacak, tamamen anlamsız hale gelecektir. On yıllar boyu harcanan çaba, yığılıp biriktirilen mallar, insanlar arasında övgü konusu edilen tüm değerler, ölüm ile birlikte tüm gücünü yitirecektir. 
İnsan dünyanın en zengin, en güzel, en saygın ya da en tanınmış kişisi de olsa, bir anda tüm maddi değerlerini kaybedecektir. Bedeni kısa sürede yanına yaklaşılamayacak kadar kötü bir hal alacak, ardından da çürüyüp yok olmak üzere toprağın altına bırakılacaktır. Ahirete inanmayan bir insan için dünya hayatına yönelik olarak on yıllar boyunca verilen tüm mücadele, sadece bu son içindir. Hayatı hırsla yaşamaya çalışmak, tüm zevkleri doyasıya tadıp tüketmeye çabalamak, insanın karşılaşacağı sondan yana hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Ölüm tüm bu zevkleri kesin bir şekilde yok edecektir.
En önemlisi de ölüm, inkar eden insanlar için hırs ve tutkuyla bağlanılan her değerin sona erdiği, bunun yerine çok büyük pişmanlığın ve zor bir yaşamın başladığı bir an olacaktır. Allah, bu kimselerin sonsuza dek sürecek bu acıdan önce, ölüm anlarında da büyük bir azap yaşayacaklarını Kuran'da bildirmektedir:
“Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak?” (Muhammed Suresi, 27)
“... Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...” (En'am Suresi, 93)
www.olumkiyametcehennem.net
Ölüm Konusundaki Gaflet Nedeniyle Yaşanılacak Pişmanlık

Tüm ömürlerini dünya hayatından biraz daha fazla yararlanabilmenin hırsıyla yaşayıp tüketen insanlar, ölüm ile karşılaştıklarında, hayatları boyunca vicdanlarında sürekli olarak bastırmaya, düşünmemeye çalıştıkları ölümün ne kadar gerçek olduğunu anlarlar. Hemen Allah'a sığınıp bir kurtuluş yolu bulmaya çalışırlar. Ancak Allah'ın Kuran'da "Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 22-24) ayetleriyle bildirdiği gibi, artık bu pişmanlığın insana bir faydası olmaz. Çünkü Allah insana doğru yolu ve üzerindeki rahmetini görmesi için "bir ömür süresi" vakit vermiştir. Allah Kuran'da, ömürlerini gaflet içinde tüketen insanların pişmanlığını şöyle bildirmektedir:
“İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.” (Fatır Suresi, 37)
Allah, kendilerine verilen bu süreyi aleyhlerinde kullanıp da ölüm ile karşılaştıklarında tevbe etmeye karar veren insanların bu taleplerinin kabul edilmeyeceğini bildirmektedir. Bu nedenle her insan Allah'ın hatırlattığı bu gerçeği henüz vakti varken düşünmeli ve bu geri dönüşü olmayan anı yaşamadan önce Allah'a teslim olmalıdır.
Pişman Olmadan Önce...

Gaflet içindeki bir insanın tek amacı dünya hayatının zevklerinden istifade etmekse, her ne kadar istemese, her ne kadar düşünmemeye çalışsa da, bunlar bir gün mutlaka bitecektir. Allah'ın bir insan için belirlediği ömür süresi sona erdiğinde, insanın hırsını yaptığı, peşinden koştuğu tüm zevkler, toprağın altındaki çürümüş bedeni için tüm anlamını ve değerini yitirmiş olacaktır. Bu düşünceye saplanmış olan insanların bu açık gerçeği görüp anlaması gerekmektedir. İnkar, dünya hayatında mutsuzluğa, ölüm anında pişmanlığa, ahirette ise azaba sebep olacaktır. İman ise, insanlara dünya hayatının zevklerini en yüksek derecede tadabilecekleri bir ruh derinliği ve ahiret hayatında ise sonsuza dek zevklerin en fazlasını kazandırmaktadır.
İnsanın bu ikisi arasındaki apaçık farkı görmesi ve inkarın karanlığından kurtulmak için imanın nuruna teslim olması gerekmektedir. Umulur ki, ölüm anında yaşanacak pişmanlıktan önce tüm insanlar Allah'ın rahmetine teslim olmuş ve İslam ahlakının güzelliğini yaşamış olurlar. Zira Allah aksinde inkar edenlerin pişmanlıkları nedeniyle ahirette "nice kereler Müslüman olmuş olmayı dileyeceklerini" bildirmiştir ki, ahirette artık bir daha bu isteklerini gerçekleştirebilecekleri bir imkanları olmayacaktır:
“O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir.” (Hicr Suresi, 2-3)
www.Adnanoktardiyorki.com
Sayın Adnan Oktar Anlatıyor: “Acizliklerine ve ölüme rağmen dünyaya hırsla bağlanan insanlar”

SORU: Bugün ateist birine Allah’ın varlığını anlatırken bana dedi ki; 'Bütün dünyada binlerce ölüm var. Allah neden bunlara izin veriyor?” Ne demeliydim, hikmeti nedir? 
ADNAN OKTAR: Peki ölüm olmasa, hastalık olmasa insanların ne hale geleceğini düşünüyor musun? Ölüm olduğu halde, yüzlerce binlerce hastalık olduğu halde, mesela birçok insanın dişi ağrıyor, böbreği ağrıyor, kulağı, başı ağrıyor. Baş ağrısı için ayrı ilaç alıyor, saçı için ayrı ilaç alıyor. Hatta sırtı ağrıyor, elektro manyetik aletler takıyor. Ayaklarına tabanlıklar alıyorlar. Her yerde acz var, her insan acz dolu. Sabah kalkıyor, burnunu yıkıyor; ağzını, kulağını yıkıyor. Bunca acizliğe rağmen bazı kişiler deliler gibi dünyaya bağlılar. Mallar ve oğullar, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak için, zengin olmak için nasıl çılgıncasına, nasıl delicesine bir hırs gösteriyorlar. 70-80 yaşında kişiler bile böyle...
İşte bu imtihanın bir sırrı, bu bir harikadır, mucizedir. Allah’ın harikasıdır bu. Sen diyorsun ki; “ölüm olmasın.” O zaman dünya firavun kaynar, Allah esirgesin. Ölümlerle, bu acizlikle ancak ucu ucuna dengeleniyor insanlar. İnsanların halini görüyorsunuz buna rağmen. Bütün milletin yüzükoyun yere kapanıp, secdeden kalkmaması gerekir böyle bir durumda ama çoğu kişinin umurunda bile değil. Mesela ben hanımlar görüyorum; boynunda fıtığı oluyor tedavi görüyor; böbreğinde rahatsızlık oluyor ayrı tedavi görüyor. Bin bir türlü ilaç alıyor. Belinde disk kayması oluyor, dizlerinde kireçlenme, dişlerinde enfeksiyon, buna rağmen hala dünyayı yaşamanın peşinde oluyorlar. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi davranıyorlar.” (Sayın Adnan Oktar'ın 25 Nisan 2012 tarihli A9 TV röportajından)
Ölüme Hazır Olmak için Dünyada Her An Kuran Ahlakını Yaşamak Gerekir

Müminin dünya hayatında gösterdiği güzel ahlak, ahirete, sonsuz cennet ve cehennem hayatına kesin bilgiyle iman etmesi, bunu aklından çıkarmaması ve ölümü her an gerçekleşebilecek kadar yakın görmesinden kaynaklanır. Dünya hayatı boyunca kendisini her an bu toplanma yerinde hakkında karar verilmesini beklermiş gibi düşünür. Sanki oraya gitmiş, cennetin güzelliğini ve cehennemin korkunçluğunu görüp de dünyaya geri dönmüş gibi açık bir şuur ve imanla ahirete hazırlık yapar. Ve böylece karşılaştığı her olayda olabilecek en vicdanlı ve en güzel tavrı ortaya koyar. Çünkü bilir ki, gösterdiği en ufak bir gevşeklik ya da bir vicdansızlık, o gün pişmanlığa neden olabilir.
İşte ölüme her an hazır olabilmek için; Kuran'da, "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının..." (Teğabün Suresi, 16) ayetinde bildirildiği gibi, mümin tüm gücüyle Yüce Allah'tan korkup sakınır ve sonsuz mekanının cennet olmasını umar.
"Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz." (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle bildirildiği üzere insanın hiç yoktan var olması yani doğması gibi yaşlanıp ölmesi de Allah’ın insanlar için takdir ettiği kaderin sonucudur. İnsan Allah’ın kendisi için belirlediği kaderi yaşar, doğumu ve ölümü gibi hayatı boyunca yaptığı her davranış da tamamen Allah’ın kontrolündedir. Ve bunlardan sorguya çekilecektir. Bunun için her insan Allah’ın ayette bildirdiği gibi Kuran ahlakını yaşamaya özen göstermelidir.
“De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”” (Enam Suresi, 162)
Ölümün Yakınlığını Unutturan Sebepler

Her konuda kendi menfaatlerini en ince ayrıntısına kadar düşünen ve hesaplayan bazı insanlar, doğrudan doğruya kendilerini ilgilendiren ölüm gerçeği konusunda kayıtsız ve umursamaz kalabilmektedirler. Allah bu ruh halini Kuran'da "gaflet hali" olarak tanımlamıştır. Rabbimiz bir ayette şöyle buyurur:
"İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar." (Enbiya Suresi, 1)
İnsanı gaflete düşürüp, ölümün kendisine aslında ne kadar yakın olduğunu insana unutturan başlıca sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Tefekkür ve akletme eksikliği: Bazı insanlar herhangi birinin ölümüyle karşılaştıklarında ya da ölümle ilgili bir konu açıldığında, "Allah gecinden versin, Allah kimsenin başına vermesin, Allah sıralı versin..." gibi sözlerle kendilerini avutur, konuyu hemen geçiştirmeye çalışırlar. Oysa konuşma esnasında çarçabuk geçtikleri bu konuyu biraz daha derin düşünseler, hayata bakış açıları elbette farklı olacaktır. Bediüzzaman Said Nursi'nin de "Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, dünya sevgisinden kurtulur ve ahiretine ciddî çalışır" (Mektubat, 23. Mektup) sözüyle belirttiği gibi; ölüm gerçeğini düşünen bir kimse, dünyevi değerlere sıkıca bağlanmak yerine ölümle başlayacak sonsuz ahiret hayatı için hazırlık yapması gerektiğini anlayacaktır.
2. Yaşamın karmaşa ve hareketliliği: Yaşam öylesine akıcı ve hareketlidir ki kendini olayların akışına kaptıran insan özel bir çaba göstermezse, eninde sonunda kendisini yakalayacak olan ölüm gerçeğini göz ardı edebilir. Bu tip insanlar sürekli yeni dünyevi planlar, çıkarlar, hedefler peşinde koşarlar; bunlarla oyalanmaktan ölümü düşünmeye fırsat bulamazlar. Hiç ummadıkları bir anda da hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde ölüm gerçeğiyle karşılaşırlar. Ama artık çok geçtir.
3. Doğum yanılgısı: İnsanlara ölümü unutturan sebeplerden biri de doğumların olmasıdır. Yeryüzünde nüfusun sürekli artıyor olması, sanki doğumlar ölümleri telafi ediyor, yaşam böylece dengeleniyor gibi bir yanılgıya, bu da ölüme karşı bir gaflet perdesi oluşmasına sebep olabilir. Oysa şu andan itibaren hiçbir doğumun gerçekleşmeyeceği bir döneme girsek, sürekli azalan nüfusla, insan sıranın yakında kendine de geleceğini düşünerek ölümü bir an dahi aklından çıkarmaz.
4. Yaşlılığa erteleme mantığı: Daha çok gençlerde ve orta yaşlılarda görülen bu mantığa göre birçok insan, genelde 60-70 yıl yaşayacağını hesaplar ve ömrünün ancak son yıllarını dini konulara ve ölüme hazırlanmaya ayırmayı düşünür. Oysa bir saniye sonra yaşayacağının bile garantisi olmayan, nerede ve ne zaman öleceğini asla bilmeyen bir insanın böyle uzun vadeli, sonuçsuz hesaplar yapması sadece büyük bir gafletin göstergesidir.
5. Dünyada hesap vermiyor olmanın rahatlığı: İşini sürekli hatalı yapan bir kimse, bir süre sonra bu durumu düzeltmezse işinden atılacağını bilir. Böyle bir sonla karşılaşmamak için de hemen işine daha sıkı sarılır, elinden geleni yapar. Ancak dünya hayatında Kuran ahlakına uygun bir hayat yaşayıp yaşamadığı hakkında birisine hesap verme zorunluluğu olmadığından, bazı insanlar bu konuda gevşeklik gösterebilirler. Bu tip kişiler yaşlılığa erteleme mantığında olduğu gibi, salih bir Müslüman tavrını yaşamayı hep ertesi güne ertelerler. Örneğin öfkesini yenmesi gereken bir anda kişinin, “Şimdi çok sinirliyim, kızmak hakkım, bir dahakine öfkemi yenerim” ya da ihlaslı işler yapmak yerine boş vakit geçiren kişinin, “Bugün de biraz dinleneyim yarın daha çok çalışırım” demesi bu duruma örnektir. Ancak insanın hatalı olduğunu bildiği halde, “nasılsa dünyada bu konuda sorgulanmayacağım” gibi bir yanılgıya kapılara umursamaz davranması ona ölüm gerçeğini unutturan bir gaflet halidir.

www.yaklasanolumani.com

12 Ocak 2013 Cumartesi

Aminoasitlerin Üretimi Mucizesi


Üretim tesisleri endüstri için son derece önemli sistemler barındırırlar. Üretimi planlanan maddeler buralarda seri, kaliteli ve kontrollü bir şekilde meydana getirilirler. Tek bir ürün için çok sayıda makine ve malzeme gerekir. Bu makinelerin üretiminde ise mühendisler, bilim adamları ve işçiler çalışır. Detaylı hesaplar ve tasarımlar yapılarak en iyi sonuç verecek sistemler üretilir. Bu iş hiçbir zaman tesadüflere güvenerek yapılmaz, aksine her aşaması titiz bir kontrol altında tutulur. Modern biyoloji ve genetik, tıpkı bu örneklerde olduğu gibi canlıların dünyasında yüksek teknolojili fabrikacıklar ve üretim tesisleri bulunduğunu göstermiştir. Bunlardan biri de aminoasit adlı vücudun temel yapı malzemelerinin üretimi ile ilgilidir.
asd
Bir üretim tesisi gördüğünüzde elbette bunun tesadüfen meydana gelmediğini bilirsiniz. Hücrelerimizde de üretim tesisleri bulunur. Bütün bunlar, canlılardaki tüm sistemlerin yüksek bir aklın kontrolünde oluğunu gösterir.
Aminoasit Mucizesi
Aminoasitler, proteinlerin yapıtaşlarıdır. Canlılarda 20 çeşit aminoasit bulunur. Enzimler ve hücredeki kompleks fabrikacıklar aminoasitleri kullanarak adeta gökdelen gibi dev molekülleri, yani proteinleri inşa ederler. Dolayısıyla aminoasit miktarının kontrolü çok önemli bir görevdir.
Aminoasitler son derece detaylı bir üretim zincirinden sonra meydana gelir. Aminoasitlerin üretimi için özenle çalışan enzimler bulunur. Yalnız burada çok ilginç bir detay vardır. Enzimler de protein yapılarından oluşur ve onlar da neticede aminoasitlerden oluşur. Dolayısıyla kademe kademe evrim olması kesinlikle mümkün değildir. Aminoasitler olmadan enzim olmaz, enzimler olmadan aminoasit üretimi olmaz.
asd1
Protein üretiminde 20 çeşit aminoasit kullanılır. Bu 20 aminoasidin hücredeki üretimi bir mucizedir. Çünkü üretimden sorumlu enzimler de aminoasitlerden meydana gelmiştir.
Proteinler moleküllerin dünyasında tıpkı gökdelenler gibi dev yapılardır. Bir gökdelen tesadüfen oluşamaz. Aynı bunun gibi son derece kompleks olan bir protein de tesadüfen oluşamaz.
sitokrom
Sistemin Detayları
Canlılarda kullanılan aminoasitler karbon, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan meydana gelir. Bu maddeler usta birer işçi gibi çalışan onlarca enzim tarafından işlenirler. Her enzim yalnız bir işle görevlidir; tek bir atomu belli bir molekülün belli bir bölgesine monte eder. Bu görevi eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirir. Enzimler bir üretim zincirinde çalışan işçiler gibi işlerini sırayla görürler. Her biri doğru zamanda devreye girer. Birinin ürettiği maddeyi diğeri alarak işlemeye devam eder ve bir sonraki enzime verir. Bu enzimlerin tekinin bile yokluğu ya da yapısındaki küçük bir hata sistemi çökertir.
sistem
İnşaat sektörü dünyanın en büyük iş kollarındandır. İnşaatlarda kullanılan malzemeleri üretmek için de fabrika gereklidir. İnşaatlarda gerekli olan kiremit gibi çeşitli yapı malzemeleri de fabrika ürünüdür. Hücrelerimizde de benzer bir durum vardır. Aminoasitler proteinleri meydana getiren tuğlalar gibidir. Tıpkı tuğla ve demir-çelik fabrikaları gibi, aminoasitlerin üretimi için de hücre içinde üretim zincirleri yaratılmıştır.
zincir
Canlılarda aminoasitlerin oluşumunu gösteren resim. Her bir ok aminoasitlerin oluşması için gerekli olan kimyasal işlemleri göstererir. Her bir kimyasal işlemi gerçekleştirmekle görevli enzimler vardır. Dolayısı ile hücrelerimizde onlarca enzim sırf aminoasitlerin üretiminden sorumludur. Görüldüğü üzere aminoasit üretimi son derece kontrollü işlemlerle gerçekleştirilir. Hücrede tesadüfe yer yoktur. Ayrıca tek bir atomu bir molekül topluluğunun belli bir bölgesine monte eden bu enzimler de aminoasitlerden meydana gelir. Bu da sistemin bir bütün halinde yaratıldığını gösterir.
Örneğin bakterilerde yirmi çeşit aminoasitten sadece altısı olan metiyonin, treonin, lizin, izolösin, valin ve lösin adlı aminoasitleri üretebilmek için 25 adet enzim ortaklaşa çalışır.   Bu enzimlerin kullandığı hammaddeler de tesadüfi süreçlerle elde edilmez. Bu hammadeler de yine çok sayıda enzimin ortaklaşa ürettiği maddelerdir. Onların üretimi de ayrı birer mucizedir.
%C3%BCretim(1)
Bir fabrikada üretim zincirinde işçiler fedakarca ve ustalıkla birbiri peşi sıra işlemler gerçekleştirirler. Her birinin farklı görevleri bulunur. Bu görevleri yerine getiren işçilerden birinin yokluğu ürünün hatalı olup işe yaramamasına neden olur. Hücrenin en temel yapıtaşlarından olan aminoasitlerin üretimi için de aminoasitlerden çok daha kompleks olan enzimlerin varlığı gereklidir. Hayat tesadüflerin yer alamayacağı son derece kompleks bir bütündür.
Aminoasit Üretim Sisteminde Saklı Çarpıcı Gerçek
Evrimciler batıl zanları doğrultusunda canlıların tesadüfler sonucunda, kademe kademe, ilkelden komplekse doğru geliştiği iddiasındadırlar. Buna göre bakterileri de ilkel canlılar olarak adlandırırlar. Ancak her bir bakteri incelendiğinde olağanüstü kompleks sistemlerle donatılmış olduğu görülür. Tek bir bakteri en ileri sistemlerle donatılmış modern şehirlerden daha kompleks ve ileri teknolojilidir. Bu gerçeği bir örnekle açıklayalım:
İnsan hücrelerinde protein üretimi için gerekli olan aminoasitlerin yalnız 10 çeşidi üretilebilir. Bu yüzden diğer canlılarda üretilen aminoasitleri beslenme yoluyla elde ederiz. Halbuki bakteriler 20 çeşit aminoasidin 20’sini de üretirler.   Evrimcilerin ilkel gördükleri canlılar hayatın temel mekanizması olan aminoasit üretiminde çok daha ileridir.
Aminoasitlerin Yapımındaki Enzimlerin Eksikliği Gelişime Değil Hastalıklara ve Ölümlere Sebeptir
Proteinin yapıtaşı olan ve onun yanında çok küçük olan aminoasitlerin sentezinde çok sayıda enzim görev aldığını gördük. Ancak bu enzimlerdeki eksiklik hatta küçük bir hata hastalıklara ve ölümlere sebep olmaktadır. Bu da sistemin ne kadar  hassas olduğunu, hataya yer bırakmadığını ve kademe kademe oluşamayacağını göstermektedir. Sistemin tüm unsurları aynı anda bir arada bulunmalıdır. Bu ise ancak Yaratılış ile mümkündür.
Örneğin tirozin adlı aminoasitin yapımında kullanılan fenilalanin hidroksilaz adlı enzimde meydana gelen genetik hatalar zihinsel geriliğe, düzensiz sıcaklık ayarına, yürüyüş bozukluklarına, felce sebep olabilmektedir.  
Parkinson hastalığı da yine aminoasitlerden elde edilen dopamin adlı maddeyi üreten hücrelerin azalması ile ilgilidir.  
Yalnız aminoasitlerin yapımı değil hücrede yıkımı dahi düzenlenmiştir. Bu işle görevli enzimlerdeki eksiklikler dahi hastalık ve ölüme sebep olur. Bunlardan biri olan alfa-ketoasit dehidrogenaz enzimini kodlayan genlerde meydana gelen mutasyonlar MSUD adlı fiziksel ve zihinsel geriliğe ve ölüme sebep olan hastalığa sebep olur.  
Proteinler ve aminoasitlerin üretimindeki detaylar hayatın tesadüflere yer vermeyecek bir şekilde düzenlendiğini ortaya koyar. Tek bir protein bile tesadüfen meydana gelemez. Proteinlerin yapıtaşlarını yani aminoasitleri üreten kompleks sistem de tesadüfen meydana gelmez. Tek bir ürün için ondan çok daha kompleks bir sistem yaratılmıştır. Bu yapıdaki eksiklik canlılarda gelişime değil, çeşitli hastalıklara ve ölüme yol açar. Yaşam, bütün detayları ile Allah’ın açık yaratılış mucizesidir.
         Kaynak
 [1] Lehninger Biyokimyanın İlkeleri, David L. Nelson, Michael M. Cox, Palme Yayıncılık, 2005, Üçüncü Baskıdan Çeviri, Sayfa 832, 833
[1] Lehninger Biyokimyanın İlkeleri, David L. Nelson, Michael M. Cox, Palme Yayıncılık, 2005, Üçüncü Baskıdan Çeviri, Sayfa 827
[1] Medical Biochemistry Human Metabolism in Health and Disease, Miriam D. Rosenthal, Robert H. Glew, A John Wiley & Sons, Inc., Publication, 2009, Sayfa   322-323
[1] Medical Biochemistry Human Metabolism in Health and Disease, Miriam D. Rosenthal, Robert H. Glew, A John Wiley & Sons, Inc., Publication, 2009, Sayfa   324
[1] Medical Biochemistry Human Metabolism in Health and Disease, Miriam D. Rosenthal, Robert H. Glew, A John Wiley & Sons, Inc., Publication, 2009, Sayfa   322 

5 Ocak 2013 Cumartesi

Bilim dünyası Allah'a yöneliyor


“Elbette insanları etkiledim, bu yüzden vermiş olabileceğim büyük zararı gidermek istiyorum ve bunun için çaba göstereceğim”.(Anthony Flew)
Gazeteler şu günlerde, bir dönemin ünlü ateist felsefecisi Anthony Flew’un pişmanlık dolu bu sözleriyle yankılanıyor. 81 yaşındaki İngiliz felsefe profesörü Flew, 15 yaşında ateist olmayı seçmiş ve adını akademik alanda ilk olarak, 1950 yılında yayınladığı bir makaleyle duyurmuştu. Sonraki 54 yıllık sürede, eğitim vermekte olduğu Oxford, Aberdeen, Keele ve Reading Üniversiteleri ile ziyaret için bulunduğu çok sayıda Amerikan ve Kanada üniversitesinde, tartışmalarda, kitap, ders ve makalelerde ateizmi savundu. Ancak Flew, geçtiğimiz günlerde, bu yanılgısını terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıkladı.
Bu köklü karar değişikliğinde etkili olan şey, modern bilimin yaratılış hakkında ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlar. Flew, yaşamın bilgiye dayalı kompleksliği karşısında, hayatın gerçek kökeninin bilinçli tasarım olduğunu gördü ve 66 yıl boyunca savunduğu ateizmin, çökmüş bir felsefe olduğunu kabul etti.
R0170
 
Flew, bu inanç değişikliğinin temelinde yatan bilimsel sebepleri şu sözlerle açıklıyordu:
"Biyologların DNA araştırmaları, yaşam için gerekli düzenlemelerin neredeyse inanılmaz olan kompleksliğini ortaya koyarak, yaşamın temelinde bilinç bulunmuş olması gerektiğini gösterdi” (1) . “Artık, üreyebilen o ilk hücrenin naturalist evrime dayali bir açıklamasını oluşturmayı düşünmeye başlamak bile aşırı derecede zor bir hal almıştır"(2) . “İlk canlının cansız maddeden evrimleştiği ve olağanüstü kompleks bir canlıya dönüştüğü iddiasının hiçbir geçerliliği olmadığına, kesin bir şekilde kanaat getirdim” (3)
Flew’ün fikir değişikliğinde temel sebep olarak gösterdiği DNA araştırmaları gerçekten de yaratılışa dair çarpıcı gerçekler ortaya çıkarmıştır. DNA molekülünün sarmal yapısı, genetik koda sahip oluşu, tesadüfü reddeden nükleotid dizilimleri, ansiklopedik miktarda bilgi depolaması ve daha birçok çarpıcı bulgu, bu molekülün yapı ve fonksiyonlarının yaşam için özel bir tasarımla ayarlandığını ortaya koymuştur. Nitekim DNA araştırmalarıyla ilgili bilim adamlarının yorumları, bu gerçeğe şahitlik etmektedir.
 
Örneğin, DNA’nın sarmal yapısını ortaya çıkarmış bilim adamlarından Francis Crick, DNA ile ilgili bulgular karşısında yaşamın kökeninin bir mucizeye işaret ettiğini itiraf etmiştir:
"Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst bir adamın yapabileceği tek yorum, hayatın mucize eseri olarak ortaya çıktığıdır." (4)
Los Angeles, ABD’deki Güney California Üniversitesi’nden Led Adleman, yaptığı hesaplamalara göre, sadece 1 gram DNA molekülünün, 1 trilyon CD’ye (compact disc) eş değerde bilgiyi saklayabilme kapasitesi olduğunu ifade etmiştir (5). İnsan Genomu Projesi’nde görevli bilim adamı Gene Myers ise şahit olduğu mucizevi düzenlemeler karşısında şunları söylemiştir:
"Beni esas hayretler içerisinde bırakan yaşam mimarisidir... sistem son derece kompleks. Sanki dizayn edilmiş gibi... Orada büyük bir akıl var." (6)
DNA ile ilgili en çarpıcı gerçek, kodlanmış genetik bilginin varlığının madde ve enerjiyle ya da doğa kanunları ile kesinlikle açıklanamaz oluşudur. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda şunları söylemiştir:
Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur (7)
Flew’ün tüm bu bulgularla desteklenen bilinçli tasarımı kabul etmesinde, yaratılışçı bilim adamları ve filozoflar da önemli rol oynadı. Flew, son dönemlerde, yaratılışı savunan bilim adamları ve filozoflarla TV tartışmalarına katılıyor, onlarla görüş alışverişinde bulunuyordu. Bu süreçte son dönüm noktası, Teksas, ABD’deki Metabilimsel Araştırma Enstitüsünce 2003 yılının Mayıs ayında düzenlenen bir konferans oldu. Flew, konferansa araştırmacı yazar Roy Abraham Varghese, İsrailli fizikçi ve moleküler biyolog Gerald Schroeder ve Katolik filozof John Haldane ile birlikte katıldı. Flew, yaratılışı destekleyen bilimsel kanıtların ağırlığı ve rakiplerinin iddialarının ikna ediciliği karşısında etkilenmişti. Nitekim konferansı izleyen dönemde ateizmi terk edilmiş bir düşünce olarak bıraktı. Bu dönemde Philosophy Now isimli İngiliz felsefe dergisine, Ağustos-Eylül 2003 sayısı için yazdığı mektupta Schroeder’in “Tanrı’nın Saklı Yüzü” ve Varghese’in “Harika Dünya” ismli kitaplarındaki argümanları tavsiye etti. (8) Kendisinin fikir değişikliğinde önemli rol oynamış olan felsefe ve teoloji profesörü Gary R. Habermas ile ropörtajın (9) yanısıra, “Bilim Tanrı’yı buldu mu?” isimli videoda bilinçli tasarımı kabul ettiğini açıkça ifade etti.
R0113
 
‘Evreni kaplayan bilinç’ ve Ateizmin Çöküşü
 
Yukarıda anlatılan bilimsel gelişmeler karşısında uzun bir dönem ateizmi savunmasıyla ünlü olan Anthony Flew'ın bilinçli tasarımı kabul etmesi, ateizmin içinde bulunduğu çöküş sürecinde yaşanan son bir perdeyi yansıtmaktadır. Modern bilim, ‘evreni kaplayan bilinç’in varlığını ortaya koymuş, böylece ateizmi devre dışı bırakmıştır.
 
Flew’ü etkileyen yaratılışçı bilim adamlarından Gerald Schroeder, “Tanrı’nın Saklı Yüzü” başlıklı kitabında şunları yazmaktadır:
“Tek bir bilinç, evrensel bir akıl, tüm evreni kaplamaktadır. Atomaltı maddenin kuantum doğasını araştıran bilimin bulguları, bizi hayranlık uyandırıcı şu kabulün eşiğine getirmiştir: tüm varlık, bu aklın bir dışa vurumudur. Laboratuvarlarda bunu, ilk başta enerji olarak ifade edilmiş sonra madde formunda yoğunlaşmış bilgi olarak gözlemliyoruz. Atomdan insana kadar her bir parçacık, her varlık; bir bilgi ve akıl seviyesi ortaya koymaktadır”. (10)
Gerek hücrenin işleyişi, gerek maddenin atomaltı parçacıkları üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar şu gerçeği inkar edilemez bir biçimde ortaya koymuştur: Evren ve yaşam, herşeye hakim, üstün akıl sahibi bir varlığın iradesiyle yoktan varolmuştur. Hiç şüphesiz, evreni her seviyede kuşatan bu bilgi ve aklın sahibi, üstün kudret sahibi Yüce Allah’tır. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmektedir:
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)

1- Richard N. Ostling, “Lifelong atheist changes mind about divine creator”, The Washington Times, http://washingtontimes.com/national/20041209-113212-2782r.htm
2- Antony Flew’ün Philosophy Now dergisinin Ağustos-Eylül sayısına mektubu; http://www.philosophynow.org/issue47/47flew.htm
3- Stuart Wavell and Will Iredale, “Sorry, says atheist-in-chief, I do believe in God after all,” The Sunday Times, 12 Aralık 2004, http://www.timesonline.co.uk/article/0,,2087-1400368,00.html
4- Francis Crick, Life Itself: Its Origin and Nature, New York: Simon & Schuster, 1981, s. 88
5- John Whitfield, “Physicists plunder life's tool chest”, 24 Nisan 2003, http://www.nature.com/nsu/030421/030421-6.html
6- San Francisco Chronicle, İnsan Genomu Projesi hakkında Tom Abate tarafından yazılan bir makaleden, 19 Şubat 2001
7- Werner Gitt, In the Beginning Was Information. CLV, Bielefeld, Germany, s. 107, 141
8- Antony Flew’ün Philosophy Now dergisinin Ağustos-Eylül sayısına mektubu, http://www.philosophynow.org/issue47/47flew.htm
9- http://www.biola.edu/antonyflew/index.cfm
10- Gerald Schroeder, Tanrı’nın Saklı Yüzü (The Hidden Face of God), Touchstone, New York, 2001, p. xi