Kimi zaman insanın üzerindeki alışkanlık perdesinin kalkması ve gereği gibi düşünebilmesi için farklı düşünme yöntemleri geliştirmesi gerekir. Bunun için bazen benzetmeler yaparak, bazen de günlük yaşamdan örnekler vererek anlatıldığında insan çevresindeki olağanüstülüğü daha iyi anlar.
Bu düşünme yöntemlerinden birini kullanarak insan vücudunun genel olarak nelerden oluştuğunu birlikte düşünelim. İstediğimiz her hareketi kolaylıkla yaptığımız, yemek yediğimiz, gülebildiğimiz, nefes alabildiğimiz, kısacası dilediğimiz gibi kullandığımız vücudumuzun hammaddesi doğadaki en dayanıksız maddelerden biri olan ettir. Bu aslında son derece ilginç bir durumdur. İnsan vücudunun büyük bir bölümü açıkta kaldığında bozulan, dayanılmaz bir hal alan ortalama 60-70 kiloluk bir et ve kemik yığınından oluşur. Sorular sorarak düşünmeye devam edelim. Neden insan bedeni açıkta bırakılan diğer etler gibi korkunç bir hal almaz? İnsan bedenine sahip olduğu kusursuz özellikleri veren nedir?
İnsan bedenini diğer et parçalarından ayıran en önemli özellik kuşkusuz ki vücudu besleyen ve kan dolaşımını sağlayan damarların varlığıdır. Ayrıca deri de dışarıdaki bakterilerden vücudu koruma özelliğine sahiptir. İşte bu gibi özellikler insan bedeninin bozulmadan canlılığını sürdürmesini sağlar.
İnsan vücudunda her detayı planlanmış ve çok hassas dengeler üzerine oturtulmuş bir sistem vardır. İlk olarak işitme organımız olan kulaktaki hassas dengeyi buna örnek olarak verebiliriz. Kulak ancak belirli sınırlar arasında gelen ses titreşimlerini algılar. Yani biz her sesi duymayız. Örneğin köpeklerin, atların ya da başka canlıların duyduğu pek çok ses bizim için hiçbir şey ifade etmez. Bu durum karşısında ilk anda çok daha geniş sınırlar içinde duymak bizim açımızdan daha avantajlı olabilirdi diye düşünülebilir.
Oysa daha fazla sesi duyabilen bir kulak bizim için bir avantaj değil, aksine sıkıntı verecek bir durum meydana getirirdi. Yine düşünelim. Duyduğumuz sesler içinde bizim için dayanılmaz olan bir ses yoktur. Bunun nedeni insan kulağındaki mükemmel işleyen tasarımdır. İnsan vücudundaki diğer tüm organlar gibi kulak da tam gerekli olan özelliklere sahiptir. Örneğin insan kulağında 'duyum eşiği' olarak adlandırılan algı sınırları belirli bir amaca yönelik olarak ayarlanmıştır. Eğer çok hassas bir kulağa sahip olsaydık neler olurdu, ne gibi sesler duyardık düşünelim. Öncelikle vücudumuzdaki her türlü işlemi duyabilirdik.
Kalbimizin atarken çıkardığı sesten, midedeki sindirim hareketlerine, gözlerimizi kırparken göz kapaklarımızdan çıkan sese kadar pek çok rahatsız edici sesi duymak zorunda kalırdık. Bundan başka yerdeki mikroskobik böceklerin çıkardığı hışırtılar gibi daha birçok sesle her an muhatap olmak durumunda olurduk ki bu da bizim son derece rahatsızlık verici bir durum oluştururdu.Böyle düşünüldüğünde Allah'ın kulakta yarattığı kusursuz sistemin bizim için ne kadar büyük bir nimet olduğunu daha rahat anlayabiliriz. Bu sistem sayesinde sadece gereken şeyleri hiçbir rahatsızlık hissetmeden duyarız. Kuran ayetlerinde insanın yaratılışına şükretmesi gerektiğine şöyle dikkat çekilmektedir:
Allah, sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. (Müminun Suresi, 78)
Kulakta bulunan "hassas ayar"ın bir benzeri de dokunma duyusunda vardır. İnsandaki deri dokusunun altında dokunmaya hassas sinirler vardır. Bu sinirler olabilecek en iyi biçimde duyarlılaştırılmış ve vücudun çeşitli yerlerine dağılmışlardır. Bu dağılma bölgelerinin özelliği insana en faydalı olacak şekilde, özel seçilmiş yerlerde bulunmalarıdır. Örneğin en çok sinir ucu, parmak uçlarında ve dudaklarda yer alır.
Buna karşılık daha "önemsiz" bölgelerde, örneğin sırt bölgesinde oldukça az sayıda sinir ucu vardır. Bu seçilmişlik, insana büyük avantajlar sağlar. Bunun aksi bir durumu örneğin parmak uçlarının son derece duyarsız olduğunu düşünelim. Bu durumda cisimleri kavramakta zorlanırdık. Bir cismin ne olduğunu dokunarak anlamak ise imkansız hale gelirdi. Bundan başka tüm sinir uçlarının sırtta toplandığını varsayalım.
Hiç kuşkusuz ki bu da bizim için oldukça rahatsız edici bir durum oluştururdu; elimizi doğru düzgün kullanamazken, sırtımıza temas eden en ufak bir maddeyi bile -mesela elbisemizin bütün kıvrımlarını, giydiğimiz çorabı- hissedecektik. Böyle bir durumun insana ne kadar büyük bir sıkıntı vereceği ise tartışılmayacak kadar kesin bir gerçektir.
Vücuttaki hassas dengelere verilecek örnekler sadece kulak ve deri ile sınırlı değildir. Vücudumuzdaki diğer pek çok yapının gelişimi sözgelimi saç ve kirpiklerin büyüme hızları da bu hassas dengeye çok güzel birer örnektirler. Saç ve kirpikler aynı maddeden oluşmalarına rağmen birbirlerinden ayrılan bir özellik olarak eşit derecelerde uzamazlar. Böyle bir durumun gerçekleştiğini farzedelim ve kirpiklerimizin saçlarımız kadar uzayıp gözlerimizin önüne düştüğünü düşünelim. Bu durumda kirpiklerimiz hem görüşümüzü engelleyecekler, hem de göze girerek zarar vereceklerdir. Bilindiği gibi kirpiklerin belirli bir uzunluğu vardır ve bu uzunluk hep sabit kalır. Yanma ve benzeri bir kaza sonucu kirpikleriniz kısalırsa, yeniden eski 'ideal' boya gelinceye kadar uzarlar ve sonra gerektiğinde dururlar.Bu ölçülü yaratılış, yeni doğan bir bebekte de, gelişme çağındaki insanlarda da değişmez.
Mesela yeni doğan bir bebeğin kafatası kemikleri çok yumuşaktır. Ve bu kemikler, birbirlerinin üzerinde az da olsa hareket edebilirler. Bu esneklik sayesinde bebeğin başı doğumda bir hasar görmez. Eğer kafatası kemikleri doğum sırasında sert bir yapıda olsalardı, anne karnından çıkarken çatlayabilir hatta kırılarak bebeğin beyninde büyük hasarlara yol açarlardı.
Aynı kusursuzlukla, gelişme çağındaki bir insanda tüm organlar, birbirine uyumlu olarak büyür. Örneğin, gelişen kafada, beyinle birlikte onu çevreleyen kafatası da büyümektedir. Burada durup yine düşünelim. Eğer bebeklerde beyine oranla daha yavaş genişleyen bir kafatası olsaydı, kafatası bir süre sonra beyni sıkıştıracak ve kısa sürede o kişinin ölümüne sebep olabilecekti. Aynı denge kemiklerle organların birlikte büyüdükleri kalp ve akciğerlerle göğüs kafesi, göz ile göz çukuru gibi başka organlar için de geçerlidir. Akıl ve vicdan sahibi bir insan bu örnekleri gördüğünde vücudunun "yaratılmış" olduğunu anlayacaktır.
Bu noktada da evrim teorisinin iddialarına değinmekte fayda vardır. Evrimciler insan vücudu gibi mükemmel bir sistemin arka arkaya eklenen tesadüflerin sonucunda ortaya çıktığını iddia ederler. Bu asılsız iddiaya göre, kalp gibi, böbrek gibi kompleks organların hepsi birer tesadüf sonucunda ortaya çıkmıştır! Bu noktada evrimcilerin hesaba katmadıkları çok önemli detaylar vardır. İnsan vücudu ancak tüm organları birden var olduğunda çalışabilir. Akciğeri, kalbi veya midesi olmayan bir insan yaşayamaz. Bu organlar var olsa ama görevlerini tam yerine getiremeseler yine sonuç değişmeyecektir, insan yaşamını yitirecektir.Bu da bize insan vücudunun bir bütün olarak, eksiksiz bir biçimde ortaya çıktığını gösterir. Yani insan vücudu bir anda yaratılmıştır. Tüm alemlerin Rabbi olan Allah insanı en kusursuz haliyle yaratmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder