Bu
düzenlemenin bir boyutu, patlamanın hızıdır. Big Bang'le
birlikte var olan madde, elbette etrafa korkunç bir hızla yayılmaya
başlamıştır. Ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekir.
Patlamanın bu ilk anında, bir de şiddetli bir çekim gücü
vardır. Evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük
bir çekimdir bu.
Dolayısıyla
Big Bang'in ilk anında birbirine zıt olan iki güçten söz etmek
gerekir: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden
bir araya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında
bir denge oluştuğu için evren ortaya çıktı. Eğer ilk anda
çekim gücü patlama gücüne baskın çıksa, o zaman evren
genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi
gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsa, bu kez de madde
birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı.
Peki
bu denge ne kadar hassastı? İki güç arasında ne kadarlık bir
oranda farklılığa izin verilebilirdi?
Avustralya'daki
Adelaide Üniversitesi'nden ünlü matematiksel fizik profesörü
Paul Davies, bu soruyu cevaplamak için uzun hesaplar yaptı ve
şaşırtıcı bir sonuca ulaştı: Davies'e göre, Big Bang'in
ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda
bir oranda (10-18) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.
Davies bu sonucu şöyle anlatıyor:
Hesaplamalar, evrenin genişleme hızının çok kritik bir noktada seyrettiğini göstermektedir. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Bu iki felaket arasındaki dengenin ne kadar "iyi hesaplanmış" olduğu sorusunun cevabı çok ilginçtir. Eğer patlama hızının belirli hale geldiği zamanda, bu hız gerçek hızından sadece 10-18 kadar bile farklılaşsaydı, bu gerekli dengeyi yoketmeye yetecekti. Dolayısıyla evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle belirlenmiştir. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.
Evrenin
başlangıcındaki bu muhteşem denge, ünlü Science dergisindeki
bir makalede ise şöyle ifade edilir:
Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, o zaman Einstein'ın genel görecelik kuramına göre evren, atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki bizde olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkanı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer... Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.
"Biz
göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu)
genişleticiyiz." (Zariyat
Suresi, 47)
Stephen
Hawking de, her ne kadar evrenin kökenini rastlantılarla açıklamaya
çalışsa da, Zamanın Kısa Tarihi isimli eserinde evrenin
genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi şöyle kabul eder:
Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.
Peki
bu denli olağanüstü bir denge neyi göstermektedir? Elbette böyle
hassas bir ayarlama tesadüfle açıklanamaz ve bir tasarımı ispat
eder. Paul Davies, gerçekte materyalist yaklaşımı benimseyen bir
fizikçi olmasına karşın, bu gerçeği şöyle kabul etmektedir:
Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder